Duyarlılığı yoksullaşmış insanların varlığı ne ifade eder ki… Çünkü onlar bilinci bıçaklanmış ölümcül hastalar gibidir. Etkisizlerdir ve etkisiz hallerine mani olmayacak kadar kendilerine de duyarsızlaşmışlardır. Akan o zehirli kan kendi kanlarıdır ve her yutkunduklarında tüm benliklerini işgal etmiş olması ise; insanın kendi belasına hizmet etmesi kadar korkunç ve vahşicedir…
Onlar da insandı… Her gün bir yenisini izlediğin görüntüler bir savaş filminin fragmanı değil. Bir kâbus, rüya da değil. Gerçeğin ta kendisi… Evinde, işinde, okulunda, alışverişte, her nerde isen bulunduğun yerde ve anda bu vahşeti ne kadar algılayabiliyorsan o kadar insansın. Dayanılması güç bu acı gerçeği anlamak ve bu gerçeklikle savaşmak bu şekilde yaşayarak mı olacaktı? Her gün usanmadan öldürülen çocuklar ve her gün bu gerçeği görmezden gelen, bir gün görüp diğer gün unutan ve gerçeklik algısını yitirmiş bir kısım insancıklar…
Oysaki Filistin halkının da hayalleri, ümitleri, mutlulukları, hüzünleri, korkuları vardı. Mesela gece karanlıktan ve tek başına uyumaktan korkuyordu çocukları… Evet, onlar bir çocuktu ve çocuklar tek başına kalmaktan ve karanlıktan korkarlardı. Anneleriyle beraber el ele parklara da gidiyorlardı. Evet, onların da parkları vardı ve çocuklar parkta oynarlardı. Salıncakta sallanırken annesini hep görüyordu çocuklar ve okul çıkışında geciken annelerini merak ediyorlardı. Kaybolmaktan korkuyorlardı. Çünkü onlar çocuktu, korunmaya hep ihtiyaçları vardı. Ya şimdi kimleri kaldı ki? Masum ve korunmaya muhtaçken sahipsiz ve tek kaldılar zulmün ortasında… Hayatın vazgeçilemez gerçeği olan tüm çocuklar korunmaya muhtaçken, insanın gerçeklik algısını yok etme savaşı mı bu! Kendi hayatının tam anlamıyla var olduğu yadsınamayan yaşantınla bu gerçeklik çok farklı. Kendin ve kendine ait ne varsa harici bir dünyayı görmezden gelme ve aslında kendini, öz kimliğini, değerini ve izzetini kaybetmektir bu. Oradaki kanlı savaş boğmuyorsa nefesini ve senin de savaşının bu olduğunu farkettirmiyorsa insan kaybediyor demek istiyorum. Yokmuş gibi kabul görülen ne ise o alandaki algıları yitirmek beklenen bir durumdur. Filistin’de yaşanan zulmü görmezden gelme, yok sayma gibi zihnî bir yanılma, bu kadar zulüm göz göre göre dünyada yapılamaz düşüncesinin ağırlığı ve dayanılmazlığı ile gerçeklerden kaçmayı tercih etmeye mi sürüklüyor? Şeytani bir oyunun tütsülendiği zihniyetlerde kaybolan Müslümanlık… Zulmün şiddeti ise dünyada bu kadarı da olamaz dedirten cinsten bir cinnet çukuru… Gerçeği algılaması ne kadar güç görünüyor. Tüm duyular şoka girmiş vaziyette, algılar adeta entübe…
Farklı bir dünyaya geçiş yapar gibi bir görüntüden bahsetmek istiyorum. Binlerce görüntüden sadece bir tanesi, fakat her biri bir alev topu gibi. Oradan fırlatılıyor izleyen vicdanlara, tabii bir vicdanı olan varsa vicdanı kadarını alıyor.
Annesinin elinden tutmuş hızlıca yürüyen grupta, kim bilir nereye sürgün gidiyorlardı? Ve annesi ile konuşuyordu, belki de korkularını anlatıyordu, sıkıca annesinin elinden tutarak beni hiç bırakma diyordu… Ve o an keskin nişancılar tarafından vurulan annesi yere devrildi. Çocuk annesinin başına çöktü ve oracıkta kalakaldı. Diğerleri kaçışırken kurşunlardan, orada tek başına vurulan annesinin yanındaydı. Görüntü bu kadardı ve akıbeti ne oldu bilinmez fakat iki dakikalık bu görüntü çok şey anlatıyordu lakin o çocuğun çaresizliğini hiçbir şey anlatamazdı. Çocuk oracıkta vurulmuş annesiyle tek başına kalmıştı ve sonrası ne olmuştu? Elinden kim tutmuştu oracıkta tek kalan çocuğun? Bu nasıl bir acı ve bu nasıl bir insanlık cinneti… Ben annemi saçından tanırım diyerek ağlayan bir kız çocuğunun gözyaşları, hastanede kimsesi kalmayan küçücük bir çocuğun bakışları ve bunun gibi binlercesi travmatik arşivlerde yerini aldı. Uykularımız kaçtı mı, daldığımız uykulardan aniden uyandık mı sıçrayarak? Onların acısıyla hemhal olduk mu acaba? Kendi gerçeğimizle baş başa bir yaşantıya mı dalıyoruz istemsizce. Elleri bağlı gençlerin götürülüşünü görüyoruz kalbimiz yanarak. Esirlerin durgun hallerinde kim bilir neler saklı. Ya anneler… Bir saniye gözünden ayırmıyordu küçücük masum çocuklarını. Bir zamanlar onlar da bizim gibiydi. Üşümesin, hasta olmasınlar diye sıkıca giydiriyorlardı biricik çocuklarını ve başlarına bir şey gelmesinden korkuyorlardı. Ve bir zamanlar kan tutuyordu Filistinli çocukları…
Peki ya sen hiç kan gördün mü? diye soralım etrafımıza. Belki de hepimizin çocukluğuna dair ortak bir hikâyesi vardır bu konuda. Herkesin geçmişinde olan benzer bir hikâyeyi tekrar hatırlatmak ve unutturmamak istiyorum. “Hani mutfaktaki cam parçası, annenin parmağını nasıl da kesmişti. Birkaç damla kan damlamıştı yerlere. Annene yara bandını getirirken gördüğün küçük bir kesik almış parmağa bakamamıştın, için bir tuhaf olmuştu. Korkmuştun o küçücük kesik izinden ve kandan…” Ya şimdi için bir tuhaf mı, nasıl kaldırıyor bu kadar kanı? Dünyada Filistin diye bir ülke var, orada yaşayan mazlum insanlar katlediliyorlar. Kan akıyor çocukların gözlerinden. Her yer ölüm pazarı, cesetler karışmış birbirine, uzuvlar paramparça!.. Yaşanılan hikâyelerden çok daha acımasızca olduğu için mi korkulur tüm bu yüzleşmelerden… Filistin direnişi samimiyet ister, sözlerin öze büründüğü hakikat elbisesi, ahlaki bir direniş göstermektir Filistin’den yana olmak. Habersizce yapılan sınavlar, çalışmadığımız yerden gelen sorular gibi başarısız mı kaldık dünya imtihanında? İnsanoğlu nasıl bir muamma ki yaptığını zannettiği tüm iyi işleriyle iyileştiğini sanıyor. Hiç yanılma payı bırakmıyorken kendine, iyi olduğu kanaatine varırken yetersizliğini, kör ve sağır duyularını ve zayıf hafızasını nereye koyuyor? İnsanlık için samimiyet ve adalet terazisinin ibresi ne durumda? İnsanlığın kabuk bağlamış tüm hastalıklarına nedamet duymaması, kendi özünü istismara uğrattı. Mutsuz ve düşünceli hallerden bir sonuç çıkaracaksak artık utanma vakti gelmiş demektir. Filistin için yazılmış her yazının, konuşulan her sözün, yapılan her eylemin normalleştirilmesinden utanmalıyız. Her gün yüzlerce insanın katledilmesine ve bunun durdurulmamasına alışmaktan utanmalıyız.
Kabullenmesi, inanması güç olan bir gerçeğe hepimizin seyirci kaldığı tüm sahneler, Filistin halkının izzet ve onurunu dünyaya haykırıyor. Vahşilikte sınır tanımayanların her çeşit zulmü reva gördükleri Filistin halkı şahsiyet sahibi, izzet sahibi, Allah’ın aziz kullarıdır. Yoksul ve acılı bir halde zorlu bir yaşam mücadelesi veriyorlar. Hayat şartları dünyada kıyameti kopartacak türden fakat asla zilletli değiller. Her şeye rağmen, tüm zorluklara ve zulme rağmen vazgeçmiyorlar. Bu güçlü duruş ve sağlamlık onların imanlarından geliyor da ondan. Güçlü imanları ve teslimiyet duyguları hiçbir koşulda onları izzet sahibi yapmaktan alıkoymuyor. Onların bu imanları dünyada binlerce insanın akın akın Müslüman olmasına sebep olmuştur. İslam’ı bu kadar hızlı bir tebliğe sebep olan Filistin halkı mutlaka zafere kavuşacaktır. Allah katında kazananlar onlardır çünkü.
Her geçen gün merhamet, adalet, sevgi gibi önemli değerlerin kirletilerek insanlığın yıpratıldığı bir dünyada ahlaki körlük, örselenen tüm duygular ve izzeti yaralanmış bir şuurla pasifize edilmiş bir Müslümanlık söz konusu… Artık samimiyeti ve şuuru ortaya koymaya engel olan her şeyden silkelenme vakti. Yüreğimizde yeşerecek olan samimiyet; perdeleri aralayan bir bakışla, dünya kaosunun her geçen gün karanlık günlere yol aldığını görebilme bilincine taşıyacaktır. Bu bilinç ahir zaman bilincidir. Bu zamanın zor bir zaman olduğu şuuru ile hazırlıklı olmak ancak dertlendikçe anlayacağımız bir durumdur. Kalbimizin işçisi olmak zorundayız. Dolayısıyla Filistin şuuru insanlığı kurtaracak güçte. Kalbinizi işgale uğratmayın.