Daha ne görecek gözlerimiz? Daha ne kadar vahşileşebilir İsrail? Aylardır on binlerce çocuğun, insanın acımasızca şehit edilişine mi yanalım, mezarlarında bile rahat verilmeyip buldozerlerle cenazelerin çıkarılmasına mı yanalım, yoksa hâlâ hiçbir şey olmuyormuşçasına hayatına devam eden, boykotu gereksiz bulan, rahatını bozmayan, olanları film izler gibi izleyen, küçük dünyasında takılıp kalan ve sadece bu dünyayı düşünen, hiçbir şeyin hesabının sorulmayacağını zanneden Müslümanlara mı yanalım! Durum çok vahim. Dünya büyük bir ateşe sürükleniyor. Bir taraftan onu elinde top gibi ateşe iteleyenler, bir tarafta gücü yettiğince engel olmaya, ters tarafa itelemeye çalışanlar, bir tarafta da üzerinde öylece bekleyip müdahale etmeyenler var. “Ben iki taraftan da değilim.” diyenlerin gözleri öyle bir görmez, akılları öyle bir çalışmaz olmuş ki ateşe gittiklerinin bile farkında değiller.
Kaç kişi boykota devam ediyor? Kaç kişi her gün Gazzeliler için dualar edip gözyaşlarına boğuluyor? Gazze gündemimizden düştü mü? Yoksa zaten hiç gündemimize girmemiş miydi? Her gün sosyal medyada paylaşılan, binlerce izlenen ve beğeni alan içeriklerin, takip ettiğimiz film ve dizilerden bir farkı kalmadı mı? Ya da videoları izleyip üzülüyoruz, arkasından gelen videolar zihnimizi ve kalbimizi etkisi altına mı alıyor? Saniyeler içinde gündemimiz mi değişiyor?
Yakın zamanda çok acı bir video paylaştı İsrail askerleri. Onlar için eğlence ancak bizim için öfkeye sebep olan, “Bunlar nasıl yaratıklar!” dedirten bir video. Bombalanmış bir sınıfta, tahtada ders anlatan bir İsrail askeri, sınıfa dönerek soruya kimin cevap vereceğini soruyor. Sınıf bomboş. Sırada oturan başka bir İsrail askeri ise etrafına bakıp parmak kaldırıyor. Şehit olan, yaralanan çocuklarla dalga geçiyorlar; insanlığın aklıyla, vicdanıyla dalga geçiyorlar. Tüm dünya da oturup olan biteni izliyor. Ne acı!
Siyonistlerin, sinagogların altına açtıkları tünellerde kan donduran işlere imza attıkları da gündeme bomba gibi düştü. Çocuk istismarı, organ kaçakçılığı gibi çirkin işlerle anılan Siyonistlerin gerçek yüzlerini tüm dünya görmüş oldu. Gazze’deki mezarların yerle bir edilip cenazelerin çıkarılmasının altında nasıl kirli işler dönüyor, düşünün. Ve açıklamaları da hazır. İsrail sözde kendi rehinelerini aramak için cenazelere bakma gereksinimi duymuş! Cenazeleri alıp profesyonel koşullarda inceleyerek kimlik tespiti yaptıklarını, rehinelere ait olmadıklarını anladıkları cenazeleri de saygın bir şekilde geri götürdüklerini söylüyorlar. İnsan olarak yaşayana saygı ve merhametleri olmayan İsrail ordusunun, ölülere saygılı davranacağını zannedeceğimizi nasıl düşünebiliyorlar! Onlar işledikleri savaş suçuna yenilerini eklerken, kaç insanın organlarına el koydular kim bilir! Gazzelilere mezarlarında bile rahat vermeyen İsrail daha ne kadar ileriye gidebilir, aklımız bu vahşeti almıyor…
Neden boykot yapmalıyız? Yıllardır Amerika ve İsrail’in ürünlerini kaliteli olduğunu düşündüğümüz için kullandık. Başka ürünler kullandığımızda aynı oranda memnun kalmadık. Ne kadar pahalı olursa o kadar kalitelidir anlayışı ile almaya devam ettik. İsrail her olay çıkardığında boykot gündeme geldi ancak uzun süreli olmadı. Ta ki son yaptıkları katliama kadar. Ne İsrail daha önce bu kadar büyük katliam yapmıştı ne de dünya bu kadar ayaklanıp boykot, gösteri yapmıştı! Daha önce hiç bu kadar İslamiyet’le şereflenenler olmamıştı! Evet bu seferki çok farklı. Büyük bir yıkım var ancak büyük de bir inanış var… O halde bizim de daha öncekilerden fazla bilinçli olmamız ve boykotu yaşam şekline getirmemiz gerekiyor.
Amerika ve İsrail tarafından piyasaya sürülen ürünlerin insan sağlığına olumsuz etkileri üzerine konuşulmaktadır. Lekeleri, kirleri kolayca çıkardığını düşündüğümüz deterjanların, sabunların, şampuanların içeriğindeki maddeler, sadece beden sağlığımızı değil; ruh sağlığımızı da etkileyecek derecede zararlıdır. Bunların kasıtlı olarak yapıldığını söylemek yanlış olmaz. Gıdaların bile genetiğini değiştiren, insan nüfusunu azaltmak için LGBT’yi savunan, kısırlığa sebep olacak ürünleri çok iyi pazarlayan, insanların düşünmesini engelleyip onları robotlaştırmak isteyen, manevi değerlerinden uzaklaştırmayı amaç edinen gözü dönmüş bu insanlar zaten yıllardır tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Her sektörde karşımıza çıkan Amerika, kendini dünyanın en büyüğü olarak tanıtmıştır. Ve bizi her alanda yavaş yavaş zehirleyerek öldürmektedir. Tedavi maksadıyla sundukları ilaçlar bile bu oyunun bir parçasıdır. Hastalığı üreten de kendileri, ilaçları piyasaya süren de… Ortada dönen oyunların farkına varıp yerli ve sağlıklı ürünler üretmek, yapılması gereken en önemli işlerden birisidir. Bunun yolu da eğitimden geçmektedir.
Eğitim sistemimize ve yetiştirdiğimiz çocuklara bir bakalım. Sınavlara odaklı bir eğitim sistemi, ezberci anlayışın gelişmesine sebep olmuştur. Çocuklar, günlük hayattaki bilgileri bile sadece sınavda sorulduğu için ezberlemekte, sonrasında bu bilgileri unutmaktadırlar. Çocuklarımızın geçmişteki nesillere oranla algılamalarında, dikkatlerinde, mantık yürütmelerinde, dili kullanmalarında, el becerilerinde büyük bir gerileme olduğu eğitimciler tarafından dile getirilmektedir. Her yeni nesil, bir önceki nesilden daha da vahim durumdadır. Bunun sebebi de teknolojinin içine doğan ve daha çok küçük yaşta eline telefon verilen çocukların, izlemiş oldukları içerikler nedeniyle gelişimlerinin olumsuz etkilenmesi ve okullarda öğrendikleri bilgilerin not ve sınav kaygısı ile öğreniliyor olmasıdır. Buna her istekleri yapılan çocukların rahata alışması, kıymet bilmemesi, kanaat etmemesi, sabrı öğrenememesi, bir hedeflerinin olmamasını da ekleyebiliriz. Bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı olan bu sebepler, iyi anlaşılıp çözülmek zorundadır. Yoksa toplumun çöküşünü üzülerek izlemek durumunda kalacağız.
On bir-on iki yaşlarında bir çocuğun bir gününü ele alalım. Sabah daha güneş doğmadan kalkıp okula gidiyor. Kahvaltı niyetine, okul kantininden aldığı meyveli gazozu ve patlamış mısırı yiyor. Derste konuyu anlamadığı için sıkılıp çevresiyle ilgileniyor, ara ara arkadaşlarına sataşıyor. Öğretmeninden sert bir şekilde, o davranışına değil de karakterine yönelik olumsuz bir uyarı alıyor. O derse ve öğretmene karşı tamamen soğuyor. Arkadaşları içinde yaşadığı bu olumsuz durumun acısını teneffüste başkalarına sataşarak çıkarıyor. Ardından yine bir azar işitiyor. Elindeki parayla kendisine hiç de faydalı olmayacak abur cuburlar alıyor. Okuldan sonra eve gidiyor, biraz telefonla ve tabletle zaman geçiriyor. Yemeğini yiyor, sofrayı toplamaya yardım etmeden yine telefon başına geçiyor. Arkadaşlarıyla konuşuyor. Ailesinden, ders çalışması gerektiği ile ilgili fırça yiyor. Aralarında tartışma çıkıyor. Zorla oturduğu kitaplara nefreti iyice artarak ders çalışıyor süsü verip ailesini aldatıyor. Zorla birkaç sayfa kitap okuyor ve uyuyor. Ertesi gün yine aynı hayatı yaşıyor. Abartı olduğunu mu düşünüyorsunuz? Maalesef bu durumda olan binlerce çocuğumuz var. Çalışan anne-babalar, çocuğun sadece midesini doldurmakla meşguller. Üstüne başına ne aldıklarıyla ilgileniyorlar yalnızca. Anne baba olmak, bunları yapmak değildir. Bunları yapamayan, çocuğunun ihtiyaçlarını karşılayamayan anne babalar da kendilerini yetersiz anne baba olarak görmektedirler. Hâlbuki çocuğun en temel ihtiyacı sevgidir, bunu fark edemiyorlar. Manevi değerlerden uzak yetiştirilen, sadece akademik başarısına bakılan çocukların hem dünya-ahiret hayatlarına zarar veriliyor hem de toplumun gitgide gerilemesine neden olunuyor. Bunu kim yapıyor? Maalesef yetişkinler! Biz yetişkinler ulvi bir hedefe sahip olmadan, bir amaç için çabalamadan, ahlaki değerlere önem vermeden, nasıl bunları çocuklarımızdan bekleyebiliriz? İşin özü doğru örnek olmaktan geçiyor! Söylemek, sürekli söylenmek değil; örnek olmakla işe başlanmalıdır. İsraf eden, elindekilerle yetinmeyen, ekrandan başını kaldırmayan, sadece kendini düşünen çocuklarımız varsa aynada kendimize bir bakalım. Nasıl yaşıyoruz ki pırıl pırıl kalbi olan, berrak zekâsı olan çocuklarımız bu hale geliyor! Üşümeyen, acıkmayan, hiç zorluk çekmeyen, tüm imkânlara rağmen okumanın, bilginin değerini bilmeyen çocuklarımız bir tarafta; ayaklarında giyecek bir terliği bile olmayan, yatacak yatakları, başlarını sokacakları bir çatısı olmayan, açlıkla, susuzlukla ve hastalıkla mücadele eden, dillerinden Allah’ın ayetlerini düşürmeyen Gazzeli çocuklar diğer tarafta… Hangi taraftaki çocuk daha güçlüdür, hangisinin büyük hedefleri vardır? İsrail askerleri neden o kadar çocuğu öldürüyor? Tek bir çocuk kalıp da büyürse onlardan intikam alır diye ölesiye korkuyorlar. Çünkü bu acıları görmüş, iman dolu bir Gazzelinin ne yapacağını çok iyi biliyorlar.
Bizim de iman dolu kalbi olan nesillere ihtiyacımız var. Okullarımızda öyle bir eğitim verilmeli ki çocuklar, seçecekleri mesleği sadece para kazanıp kendi hayatlarını kurtarma yolu olarak görmemeli; ülkenin kalkınıp güçlenmesi için canla başla çalışacakları bir hizmet kapısı olarak görmeli… Öyle bir sistem kurmalıyız ki çocuklarımız kimyager olmayı isteyip en sağlıklı temizlik ürünlerini üretebilmeli. Tarımı çok iyi öğrenip ata tohumuyla en iyi sebze ve meyveleri yetiştirebilmeli. İyi bir medya okuryazarı olup içeriklerin uygunluğunu tespit etmeli. Yerli ve sağlam makinalar üretebilmeli… Ne iş yaparsa yapsın yaptığı işte en iyisi olmalıdır. Bu sistemi oturtmak zor değil. Ancak zaman alıcı ve çok da emek verilmesi gerekir. Bir yerden, vakit kaybetmeden başlanmalıdır.
Çocuklarımız bizim geleceğimiz… Çocuklarımızı doğru bilgilerle ve doğru duygularla hassasiyet içinde besleyelim. Midelerinden daha fazla zihinlerini ve gönüllerini düşünelim. Gazze’nin geleceğini, çocukları şehit ederek yok etmek isteseler de biz inanıyoruz ki çocuklar büyüyecek ve Filistin’in de kaderi değişecek! İşte o zaman Müslümanları durduracak hiçbir güç olmayacak.